Sistemimizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için yasal mevzuata uygun çerezler kullanılır. Balıkesir Ticaret Platformu’yu kullanarak bu çerezleri kabul etmiş olursunuz. Detaylı bilgi için çerez politası sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Günümüzde yaşantımız hız üzerine kurulu ve her şeyi hızlı yapmak, kullandığımız nesnelerin hızlı olanlarına yönelmek neredeyse bir zorunluluk addediliyor. Bilgisayarın, telefonun, otomobilin hızlı olanlarını tercih ediyor, daha hızlısına sahip olabilmek için gündelik hayatımızda önümüze gelen tüm eşyaları hızlıca tüketiveriyoruz.
Kullan-at odaklı bir toplum oluşumuz, nesneler kadar insani ilişkilerimize de yansıyor. İlişkileri, kişileri, hatta sevdiklerimizi bile yok edici bir tutumla tüketiyoruz. Öte yandan, her şeyin hızlısına sahip oldukça, ironik bir biçimde kendimize ait daha az zamanımız var. Hız hayatımızı kolaylaştıracağı yerde zamanı doğru planlayamamamıza yol açıyor, çünkü sürekli bir şaşkınlık ve koşuşturmaca halindeyiz. Beyaz yakalıların dilinde hep şu iki sözcük: çok yoğunum. Çok yoğunum spora zaman ayıramıyorum, çok yoğunum çocuklarla ilgilenemiyorum, çok yoğunum kitap okuyamıyorum. Örnekler çoğaltılabilir. Tüm bu yoğunluk arasında işten eve, evden AVM'ye, oradan çocuğun okuluna hızlıca koşarken kendimizi de tüketiyoruz. Kendimizi her gün önünden geçtiğimiz bahçede açmakta olan bir çiçeğin günden güne geçirdiği değişimi izleme ve belleğimize kaydetme hazzından mahrum bırakıyoruz.
Yaşamın doğal bir ritmi var. Bu kadar hızlanmanın hücrelerimize işlediği, artık DNA'mızı değiştirdiği bir dönem yaşadığımızı iddia edenler olacaktır. Ancak insan, yüz yıl önce yaşayan insanla hemen hemen aynı insan ve yaş, cinsiyet, boy, kilodan bağımsız olarak saatte ortalama 5 kilometre mesafe yürüyebilen canlılarız. Hal böyleyken, hızlı yaşayan ve tüketen bireyler olarak tatminsiz ve stres düzeyi yüksek bir toplum haline geldik. Aslında çareyi psikiyatri doktorlarında ve antidepresanlarda arayacağımıza biraz yavaşlamayı deneyebiliriz.
Modern zamanlar, bizim için seri üretim kadar seri tüketim çağını da temsil ediyor. Son yüzyılda üretim hızlandıkça tüketimin de artarak hızlanması bir zorunluluk haline geldi. Üretimin rekabetçi yapısı ve hızla ilerlemeye yaptığı övgü sayesinde teknolojik gelişmelerin hayatımıza ustaca yerleştirdiği hızlanma meselesini yadsımak değil bu yazıdaki amacım. Hıza hayır demek cesaret ister. Sadece her konuda olduğu gibi hız ve yavaşlık arasında da bir denge kurmayı öneriyorum. Her şeyi daha hızlı yapmak yerine, her şeyi doğru hızda yapmak.
Yavaşlık, bize gündelik hayatın olağan ve insani akışını kontrol etme, yaptığımız her şeye doğru biçimde zaman ayırıp onları hakkıyla yapma ve bu sırada onlardan daha çok zevk alma fırsatı verir. Yavaşlık övgüsü hızlı olana karşı durmak, tembellik, çağdışı olmak ya da körü körüne bir gelenekçilik değildir. Hız bağımlılığına karşı olmaktır. Yavaşlamanın en büyük yararı, zamanı tekrar kazanmak ve insanlarla, kültürle, işle, doğayla, kendi bedenimiz ve ruhumuzla huzurlu bağlantılar kurmaktır. Hız yüzeyselliğe yol açarken, yavaşlık gerçek ve anlamlı ilişkilere olanak tanır.
1999 yılında ortaya çıkan Citttaslow (Yavaş Şehir) hareketi, hızın yaşantımız üzerinde yarattığı erozyona verilen bir tepki gibidir ve modern dünyada yavaş yaşamı teşvik eden yaklaşımıyla dikkat çekicidir. Bu hareket, 1986 yılında Roma'nın ünlü meydanlarından birinde açılan bir fast food dükkânına karşı İtalya gibi mutfağıyla gurur duyan bir ülkenin kalbinde dünyanın her yerinde bulunabilecek yiyecekler satan bir dükkanın uygun olmadığı gerekçesiyle oluşan ve dükkanın kapanmasıyla sonuçlanan Slow Food (Yavaş Yemek) yaklaşımına dayanır. Cittaslow (Yavaş Şehir) Birliğinin felsefesi, küreselleşmenin getirdiği aynılaşmaya karşı kentlerin kendi değerlerine sahip çıkarak kalkınmasını öngörür, kentlerin dünya üzerindeki diğer kentlerden farklılaşabilmek için yerel yemeklerini, esnafını, kendi gelenek, görenek ve tarihini korumalarını önerir. Kentin yerel değerleri sadece eski nesillerin hatırlayabildiği kavramlar olmamalı, aksine bu değerler hayatın içinde yeniden yer alabilmelidir. Yavaş Şehir felsefesi, doğaya kimseye zarar vermeyecek bir anlayışla yaklaşmayı, yitirilen sosyal ilişkileri yeniden kurmayı ve paylaşmayı hatırlamaya vurgu yapar. Bir şehrin Yavaş Şehir olması demek, o şehirdeki gündelik hayatın orada yaşayanların haz ve keyif alabilecekleri bir hızda yaşanması demektir.
Ülkemizde de son yıllarda yavaş şehirlerin sayısı hızla çoğalıyor. Yavaş Şehir Birliğinin belirlediği bazı kriterleri sağlayan şehirler bu unvanı alıyor. Bu yazının konusu bu kriterleri sıralamak veya yavaş şehirlere methiyeler düzmek değil. “Yavaş Şehir” unvanı bir yanıyla markalaşmayı ve bu yolla küresel ortamın tüketim kültürüne yine de bir şekilde bağlanmayı çağrıştırdığı için bu yaklaşıma bir miktar da mesafeli durmakta yarar var. Bununla birlikte, hayatın tek amacının bir yerlere yetişmek olmadığını, içinde bulunan andan zevk alınması gerektiğini insanlara hatırlatmayı amaçlayan dikkate değer bu girişim üzerine düşünmek, bizlere yavaşlamanın yaşantımıza katabileceği zenginliği anımsatması bakımından önemli.
Tüm okuyuculara gündelik hayatta hız ve yavaşlama üzerine biraz düşünmeyi öneriyor ve bir sonraki yazıya kadar sağlıkla kalmanızı diliyorum.
Gaye Birol, Prof. Dr. İzmir Demokrasi Üniversitesi
Merhaba. Bundan sonra kent, mimarlık, gündelik hayat ve benzeri konulardaki düşüncelerimi belirli periyodlarda buradan sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Gelin engellerimizi hep birlikte kaldıralım.
Günümüz kentlerinde nüfusun büyük çoğunluğu apartman adını verdiğimiz binalar içinde, geometrik biçimi daire şeklinde olmasa da adına nedense daire dediğimiz evlerin içinde yaşıyor.