Sistemimizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için yasal mevzuata uygun çerezler kullanılır. Balıkesir Ticaret Platformu’yu kullanarak bu çerezleri kabul etmiş olursunuz. Detaylı bilgi için çerez politası sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Bu yazıda ise kent, yaşam ve güncel pandemi süreci ve evde kalma arasındaki ilişkilere değinmek istiyorum.
İnsan, varoluşu gereği sosyal bir varlık ve çeşitli nedenlerle –bazen işe gidip gelme gibi zorunluluklar, bazen de başka insanlarla zaman geçirme ihtiyacı gibi tercihe bağlı gerekçelerle- topluluklar içinde bulunuyoruz. Ancak bugünlerde yaşadığımız pandemi süreci nedeniyle hepimiz kabuğumuza çekildik. Evlerimizdeyiz. Olabildiğince #evdekal maya, dışarıda geçirdiğimiz süreci minimuma indirmeye çabalıyoruz.
Bu kabuğa çekilme hali, yaşadığımız mekanı olabildiğince sınırlamamızı gerektiriyor. Hepimiz bireysel alanımızı güçlü kalkanların arkasında sınırladık. Zorunlu hallerde sokağa çıktığımızda kullandığımız maske, gözlük, şapka ve diğer korunma aksesuarlarımız neredeyse ortaçağda kentlerin korunmasını sağlayan kale surlarına dönüştü, onlar artık bizim modern zırhlarımız. Bunların içinde kendimize minicik bir alan yarattık, nefes alabilecek kadar. Burası bizim yarı kamusal yarı özel alanımız, yani hem bize hem de dışa ait. Virüsün kol gezdiği, o tehlikeli olan dışa. Bedenimizin içini dışa karşı, virüsü içimize taşıyabilecek olan ellerimize karşı tüm zamanlarda olduğundan daha fazla korumaya çalışıyoruz. Dışarıdayken dışa olduğu kadar ellerimize de yabancılaştık.
Dışarıda bireysel alanımızı böylesine kısıtlarken, evdeki alanımızı, evdeki dış ile temas kurabileceğimiz alanımızı olabildiğince genişletme peşindeyiz. 1+1 hatta 2+1 evler, üstelik te balkonsuz veya terassız ise korkulu rüyamız oldular. Pandeminin kazananları ise geniş balkonları olan, teraslı, hatta bahçeli evler. Pencereler bile artık çok kıymetli. Evlerin tasarımında kapalı alan metrekaresini olabildiğince arttırmak için türlü cambazlıklar deneyen mimarlara ve bunları belirli sınırlar içinde tutmak için iğne ile kuyu kazar gibi didikleyen yönetmelik uygulayıcılarına karşı, evlerde artan açık ve yarı açık alan talebini karşılamaya yönelecek mimari tasarımlar ve bunu uygulayan müteahhitler, modern zamanların kahramanları olacak gibi görünüyor.
Pandemi öncesi günlerde çeşitli amaçlarla bir araya gelen ve toplumsal paylaşımlarda bulunan bireyler olarak artık balkonlarımızda kamusallaşıyoruz. İlk olarak sağlık personeline destek alkışları göndermek ve bazı bireysel konserler, dans gösterileri, spor yapma-yaptırma gibi birlikte olma deneyimlerini gerçekleştirmek için, son olarak ta 23 Nisan günü ve akşamı bayramımızı kutlamak için balkonlarımıza doluştuk. Ve fark ettik ki, balkonlar farklı toplumsal temas olanakları yaratabiliyor, önceden tanımlanmamış etkinliklere alan sunabiliyor.
Beatriz Colomina “Mahremiyet ve Kamusallık” adlı kitabında, mahrem olan konutun fotoğraf, sinema, reklamcılık gibi kitle iletişim araçlarıyla nasıl kamusallaştığını ve mimarinin nasıl bir kitle iletişim aracına dönüştüğünü gözler önüne serer. Tam da #evdekal'mamız gereken, kendimizi karantinaya aldığımız bu günlerde bulunduğumuz mekanın sınırlarını aşma isteğiyle yüzyüze gelmekte ve konutumuzu kitle iletişim araçları üzerinden topluma açmaktayız. Eskiden çağdaş yaşamın koşuşturması içinde sadece uyumak için geldiğimiz evler, bugünlerin kimi zaman online işlerin yürütüldüğü işyerlerine, kimi zaman çeşitli online platformlar üzerinden sevdiklerimizle buluşabildiğimiz sosyalleşme alanlarına, kimi zaman da kendimizle baş başa kalmayı yeğlediğimiz zamanların vazgeçilmez mekanı olarak özgün işlevlerini sürdüren çağdaş kişisel sığınaklara dönüştüler. İşyeri ve sosyalleşme alanına dönüşen evlerimizde, aslında bize ait ve mahrem olan alanlarımızı başkalarına açıyoruz, bu nedenle hayatımızı yeni koşullara adapte ederken aynı zamanda mekanlarımıza da çeki düzen veriyoruz. Sosyal medya platformlarında paylaşılan online görüşmelerde arka planda kullanılabilecek kiralık kütüphane görüntüleri (!) buna iyi bir örnek. Görünür olmayı hala önemsiyor ve istiyoruz ama nasıl görüneceğimizi şekillendirme derdindeyiz.
Yaşamakta olduğumuz salgın süreci bittiğinde nasıl yeniden sosyalleşiriz, oturduğumuz yerden tüm dünyaya hakim olma ve çeşitli sosyal temaslara olanak sağlama potansiyelimiz olduğunu gördükten sonra, eskisi gibi dışarıda olmak isteyecek miyiz? Kentlerin belkemiğini oluşturan, #yüzyüze iletişimin temeli olan sokaklar, meydanlar, parklar, bahçeler, sinema, tiyatro, kafe, restoran gibi alanlar bu durumdan nasıl etkilenecek? Bu yaşam biçimi bizi kentlerden soyutlayarak karantina yaşamına devam etmemize mi neden olacak yoksa kendi sınırlarını aşıp fiziksel temasa ve geleneksel yaşam biçimine geri dönüş mü yaşanacak? Cevabını henüz bilmediğimiz bu soruların gündelik yaşamımızı nasıl dönüştüreceğini hep birlikte göreceğiz.
#evdekal'ın, sağlıkla kalın…
Gelin engellerimizi hep birlikte kaldıralım.
Çoğu insan hazzın peşinden öyle nefes nefese bir telaşla koşar ki farkına varmadan onun yanından geçer.” - Søren Kierkegaard
Günümüz kentlerinde nüfusun büyük çoğunluğu apartman adını verdiğimiz binalar içinde, geometrik biçimi daire şeklinde olmasa da adına nedense daire dediğimiz evlerin içinde yaşıyor.