Çerezler Hakkında Bilgilendirme

Sistemimizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için yasal mevzuata uygun çerezler kullanılır. Balıkesir Ticaret Platformu’yu kullanarak bu çerezleri kabul etmiş olursunuz. Detaylı bilgi için çerez politası sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Tamam
13 Temmuz 2025, Pazar
Anasayfa Künye ve İletişim

Arama

KONFORLA VİCDAN ARASINDA:

İKLİM KANUNLARI MI, ÖZGÜRLÜĞÜN KAYIP NOKTASI MI?

Bir yanda sanayi devriminden beri bize sunulan konfor var. Evlerimizi ısıtan doğalgaz, yolları kısaltan arabalar, elimizin altındaki teknoloji… Tüm bu kolaylıklar, şüphesiz hayatımızı dönüştürdü. Ama diğer yanda, bu konforun bize ve doğaya faturasını yavaş yavaş ama derinden ödeyen bir dünya var.        

Şimdi artık kimse “iklim değişikliği var mı yok mu?” tartışmasını ciddiye almıyor. Çünkü yağmayan yağmurlar, mevsimsiz çiçek açan ağaçlar, aniden bastıran seller ve kavrulan topraklar her şeyin cevabını veriyor. Hangi partiden, inançtan ya da düşünceden olursak olalım, ortak evimiz olan dünyanın dengesi bozuluyor. Ve bu, herhangi bir ideolojik mesele değil; hayatta kalma meselesi.  Bu, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma sorumluluğudur.

Ancak şunu da açıkça söylemek gerekir ki: Bir yasa çıkarılırken niyet hayr olsa da, etkisi halkın kalbinde yankı bulmuyorsa, orada durup düşünmek gerekir.

Son günlerde herkesin dilinde aynı cümle var:

“İklim kanunları bizi kısıtlayacak.”

Ve bu kaygı küçümsenecek türden değil.

Evet, iklim değişiyor.

Evet, doğa artık sabır taşı gibi çatlıyor.

Ama bunu yaratanlar biz sıradan insanlar mıydık gerçekten?

Karbonu göğe savuran devler, ormanları biçen şirketler, denizleri kirleten tankerler…

Neden o büyükler hiç görünmez?

Neden hep küçüğün sırtına yük biner?

Çevreyi koruma bahanesiyle, insanların yaşama hakkına uzanan yasalar…

Bu neyin çevresi?

İnsansız bir doğa mı savunduğunuz?

Yoksa doğasız bir insan mı yaratmaya çalışıyorsunuz? Bugün dünyanın bu hale gelmesinde, sıradan insanların değil; sınırsız üretim yapan, doğayı hoyratça tüketen, sadece kazanç odaklı düşünen büyük şirketlerin ve sermaye gruplarınındır. Onlar yıllarca doğayı hiçe sayarak büyüdüler. Atmosfere en çok karbonu salanlar da onlardı, ormanları yok edenler de. Şimdi ise bu faturanın sade yaşayan halka kesilmesi ne adildir ne de vicdanlıdır.

Ancak burada bir başka hassas konu daha var ve bu göz ardı edilemez:

İklim değişikliği gibi büyük küresel meseleler, sermaye sınıfı tarafından yeni rant alanlarına dönüştürülmemeli.

Toplumda oluşan en önemli güvensizliklerden biri de budur. Haklı olarak aklımıza şu soru geliyor:

 “İklim krizi adı altında, acaba büyük şirketler yeni vergiler, yeni yatırım modelleri, yeni teşviklerle yine kendi ceplerini mi dolduracak?” 

Bu sorunun cevabını vermek kolay değil. Çünkü tarih, krizlerin fırsata çevrildiği birçok örnekle doludur. Kimi zaman savaşlar, kimi zaman pandemiler, kimi zaman da çevre meseleleri; güçlülerin gücüne güç kattığı, zayıfın daha da ezildiği süreçlere dönüşebilmiştir.

İklim yasaları uygulanacaksa, yalnızca çevreyi değil, adaleti de koruyacak bir denetim mekanizması şarttır. Bu mücadele şeffaf olmalı. Bilimsel kurullar, halk meclisleri, sivil denetim organları sürece dahil edilmelidir. Büyük sermaye sınıfı, karbonu azaltmak yerine iklim fonlarına el koyan, kâr için doğayı yeniden manipüle eden bir yapıya dönüşmemelidir.

Yani mesele sadece çevreyi korumak değil; bu sürecin kimler tarafından ve kimin yararına yönetileceğini de sormaktır.

İklim değişikliği mücadelesi, bir avuç güçlü şirketin “yeşil makyaj” yaptığı bir PR çalışmasına dönüşürse, hem halkın güveni kırılır hem de gerçek bir dönüşüm sağlanamaz. Bu yüzden:

Kim ne kadar karbon salıyor?

Kim ne kadar karbon azaltıyor?

Devletler hangi şirketleri denetliyor?

İklim fonları kimlere, ne karşılığında dağıtılıyor?

Bu sorular, artık sadece akademik dünyada değil, kahvehanelerde, tarlada, okulda, sokakta da konuşulmalı.

Çünkü bu mücadele yalnızca doğayla değil; vicdanla, güçle, adaletle verilecek bir mücadeledir.

İklim yasaları uygulanırken adalet duygusu kaybolmamalı. Bu yük herkesin omzuna eşit değil, en çok kirleten, en çok ödemeli. Halktan fedakârlık istenirken, dev şirketlerden de şeffaflık, hesap verme ve karbon azaltımı istenmeli. Aksi takdirde bu mücadele, bir çevre meselesinden çok, bir eşitsizlik meselesine dönüşür.

Ama tüm bu anlatılanları daha da derinleştiren, belki de içimizde en çok acıtan başka bir gerçek daha var:

Eğer gerçekten iklim değişikliğiyle mücadele edilecekse, dünyada süren savaşlar da artık durmalı.

Bugün sadece insan canı değil, savaşlarda doğa da ölüyor. Atılan her bomba, yakılan her orman, patlayan her silah; atmosfere yayılan zehirli gazlar, yeraltı sularına karışan kimyasallar, yok olan ekosistemler…

Nasıl ki halklara çiçek sulama saatleri belirleniyorsa, nasıl ki bireylerden karbon salımını azaltmaları isteniyorsa; o zaman hükümetlerin, orduların, silah fabrikalarının ve savaş politikalarının da aynı hassasiyetle denetlenmesi gerekir.

Yoksa bu nasıl bir çelişkidir?

Bir yanda halka “arabanla daha az dolaş” diyen bu sistem, diğer yanda tanklarla şehirleri yerle bir ediyor, uçaklarla ormanları yakıyor, bombalarla toprakları zehirliyor…

Barış yoksa, doğa da yoktur.

Bu nedenle iklim kanunlarının inandırıcı olması için, sadece vatandaşlara değil, dünya liderlerine, askeri stratejilere ve uluslararası politikalara da aynı sorumluluk yüklenmelidir. Gerçek çevrecilik, yalnızca geri dönüşüm kutusuyla değil; barış politikasıyla da başlar.

Bütün dünyada iklim yasası uygulanacaksa bu, sadece bireysel tasarrufla değil, küresel adaletle mümkün olur. Ve o zaman gerçekten umutlu bir gelecekten söz edebiliriz.

Unutmamalıyız ki, sanayi ve teknoloji bizler için çalışmaya devam edebilir. Ancak artık bu sistemin insan merkezli değil, doğa ile uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Yenilenebilir enerji, akıllı tarım, çevreci üretim sistemleri ve döngüsel ekonomi gibi kavramlar artık sadece çevrecilerin değil, dünyanın geleceğini önemseyen herkesin konusu olmalı. Çünkü mesele yalnızca kutuplardaki buzullar değil; mesele, çocuğumuzun nefes alacağı hava, içeceği su, yaşayacağı mevsimdir…

Bu dünyaya, çocuklarımıza, torunlarımıza olan borcumuzu ödemenin zamanı geldi. Alışkanlıklarımızı sorgulamak, israfla yüzleşmek ve teknolojiyi sadece konfor için değil, yaşamı sürdürülebilir kılmak için kullanmak zorundayız.

Bizi biz yapan şey, toprağa karşı olan bağlılığımız, suya duyduğumuz saygı ve doğaya karşı taşıdığımız vicdandır. Şimdi birlikte düşünme, birlikte düzeltme zamanıdır.

Birol Fıçı Diğer Yazıları

Balıkesir’de Sporun Sessiz Gücü

Balıkesir, sporla hem gençliğini diri tutabilir hem de Türkiye'ye örnek bir şehir haline gelebilir.

Kurban Bayramı: Dün İle Bugün Arasında Köprü Kurmak

Bayram Sabahları

BABALAR GÜNÜ

Yılın en anlamlı günlerinden biridir Babalar Günü

Eğitimin Toplumsal Gücü:

Süreklilik Arz Eden, Derin Bir Süreç

TOPRAĞIN ÜÇ SAÇ AYAĞI:

Tarım, Hayvancılık, Çiftçi

balikesirticaretplatformu.com 100 Yüze Danışmanlık İştirakidir.
© Telif Hakları 2021. Tüm hakları saklıdır.
balikesirticaretplatformu.com 100 Yüze Danışmanlık İştirakidir. ComveCom
© Telif Hakları 2021. Tüm hakları saklıdır.